Cansın Ersöz
HAFIZANIZA GÜVENİYOR MUSUNUZ?

Size başınızdan geçen en sevindirici olayı bana hatırlayabildiğiniz tüm detayları ile anlatmanızı istesem yüzde kaç doğruluk oranı ile aktarırsınız acaba gerçekte olanı? Aynı soruyu size bir yıl sonra sorsam, iki anlatım arasında ne kadar büyük bir fark olurdu sizce? Ya da duyduklarınızı gerçekten duyduğunuza ve gördüklerinizin tamamının gerçek olduğuna emin misiniz? Peki ya hatırladığınız herşeyi gerçekten de yaşamış olduğunuzun garantisini verebilir misiniz?
Hafıza, son zamanlarda benim aklımı kurcalayan bir konu. Yakın zamanda bitmiş bir ilişkiden geriye kalan anılarla biraz fazla haşır neşir olmamdan kaynaklanan bir merak belki de beni bu konuya iten. Çıkış noktası ne olursa olsun, bulgularımı ve düşüncelerimi size de yardımcı olacağı inancı ile paylaşmak istiyorum. Kendi tecrübelerimin de, konu üzerine yapılan araştırmaların da hemfikir olduğu nokta, hafızamıza güven olmayacağı. Güvendiğimiz bir dağ daha yıkıldı desenize, ya da kar yağdı mıydı o terim? Neyse hatırlayamadım şimdi..
Hafızanın ilk rolü aslında karar vermemize yardımcı olmak. Ateşe elini uzattığı için eli yanan bir çocuğu bu hatayı tekrarlamaktan koruyan mekanizma yani hafıza. Konu karar vermek olunca da olaylar, durumlar ve biz değiştikçe, hafızamız da kendini sürekli güncellemek durumunda kalıyor. Bu nedenle hafızamız geçmişi, bugünkü tecrübelerine dayanarak sürekli yeniden yazıyor. Bugünde vermemiz gereken kararlar için önemli olanları, geçmişte önem arz edenlerle değiştiriyor. Anılarımız, genel kanıya göre arşive kaldırılmış, tozlanmış dosyalardan ibaret. İşin aslı ise, bu dosyaların oluşturuldukları andaki gibi kalmıyor oldukları. Zaman içerisinde, yaşadıklarımızla birlikte, bu dosyaların içindeki tüm bilgiler biz farketmeden değişime uğruyor. Bugün sahip olduğumuz bilgiler ve tecrübeler ışığında bazı ‘gerçekler’ bu dosyalardan çıkarılıyor, bazıları da ekleniyor.
Gerçekler kelimesini tırnak içerisinde kullanıyorum çünkü gördüklerimizin ya da duyduklarımızın gerçekliği de uzmanlarca bir tartışma konusu. Pulitzer ödüllü araştırmacı gazeteci Joseph T. Hallinan’a göre gözümüz her an kayıtta olan bir kamera değil. Olan herşeyi bir anda görmüyor. Şahit olduğumuz bir sahnenin fotoğrafını çekmiyor. İlgimizi çeken detaylara odaklanıyor, ilgimizi çekmeyenleri fark etmiyor bile.
Yakın geçmişte aldığım bir eğitimde, eğitmen odada bulunan beşimize, pür dikkat dinlememizi isteyerek hızlıca bir paragraflık bir hikaye okudu. Hemen sonrasında bize okuduğu hikaye ile ilgili sorular sorduğunda, kendimizden son derece emin bir şekilde verdiğimiz cevapların ne kadar yanlış olduğunu fark ettiğimizde yaşadığımız şaşkınlığı size anlatamam. Kendi kulaklarımla az önce duydum dediğim detayların neredeyse yarısının metinin içinde yer almadığına, kağıdı eğitmenin elinden alıp kendim okuduğumda ikna oldum. Yani demek istediğim, biz olan biten herşeyi kendi perspektifimizden, kendi gerçekliğimizden filtreleyerek hafızaya atıyoruz. Beynimiz bir sese ya da görüntüye odaklandığında boşlukları dolduruyor. Bunu da kendi bildiği şekilde, bize fark ettirmeden yapıyor. Yani zaten fiziksel dünyanın beynimize ilk girişi yorumlu, filtreli. Sonrası da zaten az önce açıkladığım şekilde değişime ve dönüşüme son derece açık.
Kendinizden biraz daha şüphe etmenizi sağlayacak başka bir araştırmadan da bahsetmek istiyorum bu noktada. Hafıza üzerine uzmanlığı ve tonlarca araştırması bulunan Elizabeth Loftus tarafından yapılan bir deneyde, katılımcılara çocuklukları ile ilgili üçü doğru, biri yanlış dört tane olay soruluyor. Katılımcıların yarısından çoğu, bu yanlış olan anıyı da diğerleri gibi doğruluyor ve gerçekte yaşanmış olarak benimsiyor. Yani olmamış ya da başımıza gelmemiş bir olayı bile ‘gerçek’ kabul ederek, kendi anılarımızla hafızaya atmamız ve yaşanmışlığına inanmamız mümkün.
‘’Bunları bize niye anlatıyorsun peki, kendi anılarımıza da hiç bir inancımız güvenimiz de kalmasın mı?’’ diye soruyor olmanız çok muhtemel.
Hepimiz kafamızın içine bazı anılara, hikayelere tutunarak yaşıyoruz. Yeni bir ilişkiye başlarken, birisi ile tanıştığımızda, belki yeni bir işe atılırken hep geçmiş tecrübe ve hikayelerimize bağlı bir tutum içerisine giriyoruz. Anlık doğru ve yanlışlarımızı yaşadıklarımız ve hatırladıklarımız doğrultusunda belirliyoruz. Ateşe elini uzattığında yanan ve bunu bir daha tekrarlamamayı öğrenen çocuk gibi, daha önce aldatılan ya da ilişkide canı yanan bir insan geçmiş hikayelerinin ağırlığı altında kararlar veriyor geleceğe dair. Her konuda ateş ve yanmak gibi net bir sebep sonuç ilişkisi bulunmuyor ama. Hafızamız ve içinde yaşattıklarımız kimi zaman bizi zarardan korurken kimi zaman da iyiliklerin önünü kesebiliyor, fırsatların karşısına engeller koyabiliyor.
Bu noktada farkında olmanızı istediğim tek şey, anılarınızı mutlak doğrular şeklinde kabul etmemeniz. Yanılma ihtimalinizi ya da şu an içinde bulunduğunuz ruh halinden dolayı, olayları oldukları gibi değil, istediğiniz ya da işinize geldiği şekilde yorumlayabiliyor olabileceğinizi aklınızın bir kenarında tutmanız. Gün içerisinde geçmişe yaptığınız yolcukları yakalayın. Dalıp gittiğinizde, kafanızda bir anıyı canlandırdığınızda, bunu ne amaçla yaptığınızı sorun kendinize. İş karar vermek aşamasına geldiğinde ise, eğer geçmişiniz ile direk bir bağlantı sezerseniz, bu bağlantının size hizmet edip etmediğini sorun. Belki bir koruma mekanizması o an ‘tecrübeyle sabit’ dediğiniz konu. Belki konfor alanınızda kalmanın motivasyonu. Sevgilinizle ya da arkadaşınızla geçmişte yaşanan bir konu üzerine tartıştığınız anda ‘Sen şöyle dedin.’’ , ‘’Ben böyle yaptım.’’ gibi objektif olması bir hayli imkansız ayrıntılarla vakit kaybetmek ve olduğunuz yerde saymak yerine hislerinize ve büyük resme odaklanın. Detaylarda kaybolmak yerine geçmiş anılarınızdan bir iki cümlelik, özet dersler çıkarın. Karar vermek için de bu derslere başvurun.
Size her zaman arkasında duracağım bir tavsiye, ne geçmişte ne de gelecekte gereğinden fazla vakit geçirmeyin. Beni her türlü negatif ruh halinden uyandıran, ünlü düşünür Lao Tzu’nın bir sözü ile bu yazıyı sonlandırmak istiyorum: Eğer üzgün ve depresif hissediyorsanız geçmişte, kaygılı ve endişeli hissediyorsanız ise gelecekte yaşıyorsunuz demektir. Ancak huzurluysanız, andasınız.
Hepinize gelişim ve sorgulama dolu bir hafta diliyorum.
Kendinize iyi davranın.
(Bu yazı Kolektif House'ın dergisi KoMag için özel olarak yazılmıştır.)